Kayıtlar

Mart, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

SUYUN AYAK İZİ

Yetişkin bir insanın vücudunun ortalama % 70'i sudur. Hiç yemek yemeden bir insan ortalama 10-14 gün yaşayabilir. Ancak aynı insanın su ya da sıvı içmeden yaşayabileceği süre en fazla 3 gündür. 22 Mart Dünya Su günü olarak kabul edilmektedir. Ben de Mart ayı bitmeden bu konuda fikirlerimi paylaşmak istedim. Çünkü Mart ayı önemli günler açısından oldukça yoğun. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de içilebilir su kaynakları yetersiz ya da kirli. Günümüzde ülkemizdeki birçok nehirde kirlilikten dolayı balık dahi yaşayamaz oldu. Yeraltı suları ise hızla tükenirken, tarım üretiminde kullanılan kimyasal içerikli, doğaya ve insan sağlığına zararlı ilaçlar ve gübreler nedeniyle kullanılamaz durumda. Özellikle Edirne'nin yeraltı sularında yoğun kimyasal gübre kullanımının bir sonucu olarak nitrat çok yüksek orandadır. Çok net hatırlıyorum, Edirnemizin Sinekli suyu vardı. Ya sakalar aracılığıyla satılır, ya da insanlar bizzat giderek

HAYATIMIZI İSTİYORUZ

Bazı şeyleri kaybettiğinizde geri almanız mümkün olmaz. Örneğin bir insanın dostluğunu, sevgisini, vatan toprağını ya da topraktan elde ettiğiniz verimi, sağlıklı ve temiz havayı, sonsuzluğa gönderdiğiniz sizin için çok değerli bir kişiyi veya hayvanı diye sıralamaya devam edebiliriz. Ancak vatan toprağı sadece birileri tarafından zorla alınınca kaybedilmez. Eğer o toprağa üretim anlamında gereken hassasiyeti göstermiyorsanız, o zaman da bir anlamda kaybetmeye başlıyorsunuz demektir. Çünkü toprak hem insan hayatında hem de Devlet hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Bahar mevsimi geldi ve bizler ayrı bir heyecan ve huzur hissetmeye başladık. Gerçi mevsimler de şaşırdı, ekolojik denge bozuldu. Bunun yegane suçlusu da biz insanlarız. Herşeyde hazırcılığa ve kolaya kaçmaya çalıştık. Sebzelerimizi hibrit fidelerden elde etmeye başladık. Sonra o ektiğimiz sebze fidelerini de %100 kimyasal maddeden ütetilmiş zehirli tarım ilaçları i

BAŞ TACIMIZ

İlk defa "doktor" kelimesini duyduğumu hatırladığım dönem, dört beş yaşlarım. Büyüklerimiz kendi aralarında konuşurlardı; "Bizim bir akrabanın oğlu üniversite sınavında tıp fakültesini kazanmış. Ama okuyabilmesi için paraya çok ihtiyacı var, oldukça yoksullar ve evlerinde elektrik dahi yok. O yüzden okuyabilmek için elektrik olmayan evlerinde annesi ile birlikte, gece yarılarına kadar gaz lambası ve mum ışığında kasnakta, kız çeyizine konulabilecek el işi oturma odası, mutfak ve yatak odası örtüleri işleyip sipariş üzerine satıyor. Ayrıca hırka, kazak ta örüp pazarlıyor." diye. Daha sonraki süreçte de büyüklerimiz bu abiden çok saygı ile söz eder oldular. Çünkü o günün koşullarında yapabileceği en büyük özveriyi yapmış, sonuçta tıp fakültesini bitirerek doktor olmuştu. Doktorlar, Türkiye'de üniversite sınavına girip başarıları ile ilk % 1 veya 2 lik dilime giren ve gecelerini gündüzlerine katarak

BİZ KİMİZ ?

Dünyaya geldiğimiz ilk andan itibaren cinsiyet açısından sınıflandırılırız. Önce renklerle ayrılırız mavi ve pembe, daha sonra kız bebek veya erkek bebek diye. Ama asıl sınıflandırma bundan bir kaç yıl sonra başlar; "Bacaklarını açmadan otur!", "Yüksek sesle gülme!", "Kıyafetlerin toplumsal değerlere uygun olsun!", "Davranışların hanım hanımcık bir kızınki gibi olsun!" diye. İşte bu ayrım hayat boyu kız çocuklarının aleyhine gelişir. Erkek çocuklarına nazaran özgüvensiz yetiştiriliriz genel olarak. Toplum içinde kız çocukların kahkaha atmasını istemeyiz ama, erkek çocuk küfür edince kızıyormuş gibi yapıp çaktırmadan tebessüm ederiz. Ya da kız çocuklarının ondört onbeş yaşında evlenmesinde, üstelik babası yaşında biriyle evlenmesinde sakınca görmeyiz. Kız çocuk olunca evin temizlik işleri, yemek pişirme gibi görevler de kız çocuklarına uygun görülür. Erkek çocuk ise daha küçüklükten araba kullanmayı