ÇOCUK

Ülkemizde yüzlerce anne-baba adayı çocuk sahibi olabilmek için birçok tedavi ve masrafı göze alıyor.Defalarca tüp bebek yapabilmek için avuç dolusu paraları çocuk sahibi olabilmek için geda ediyorlar. Bu çabalar da olumsuz sonuçlanırsa, evlat edinebilmek için Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüklerine baş vuruyorlar. Bu başvurudan sonra aday aileler onlarca görüşmeye tabi tutuluyor, Kurum yetkililerince detaylı araştırma ve ziyaretlerle inceleniyor,tam teşekküllü bir devlet hastanesinden de ruh ve beden sağlıklarının yerinde olduğuna dair sağlık raporu alıyorlar ve eğer bu uzun ve yorucu süreçten sonra uygun görülürlerse evlat edinebilmek için sıraya giriyorlar. Sıra beklemek bazen aylar bazende bir yılı buluyor. Bir yandan çocuk sahibi olmak için can atan aileler var. Bir de kaybolan, istismara uğrayan ve öldürülen çocuklar gerçeği var maalesef.Gazeteci Fatih Altaylı'nın anlattığı verilere göre Türkiye'de bir yılda yaklaşık bin çocuk kayboluyor. Ayrıca binlercesi de hastalıktan, yetersiz beslenmeden, kazalardan, iş kazalarından, akranlarının zorbalığından ve aile içi şiddetin kurbanlarından biri olarak hayatını kaybediyor veya intihar ediyor. Ne acı değil mi? Her zaman savunduğum bir düşünce var, "herkes anne-baba olmayı hak etmiyor." İşte, bizler yukarıda sıraladığım nedenlerden dolayı kaybolan veya ölen çocukların bir çoğunun adını dahi duymadık, bilmiyoruz. Narin'i de sosyal medya sayesinde duyduk ve süreci verilen bilgiler kadar takip edebildik. Narin Güran'ın (narin bedenine)cansız bedenine kaybolduktan tam 19 gün sonra ulaşılabildi. Narin, yirmi haneli bir köyde tam 19 gün bulunamadı. Üstelik Narin'in engelli ablasının da daha önceden merdivenlerden düşerek öldüğü ifade edilerek otopsi yapılmadan defnedildiği, adli tıp doktoru Prof. Dr. Hakan Kar tarafından açıklandı ve bu olayın da yeniden incelenmesi gerektiğini ifade etti. "Kol kırılır, yen içinde kalır." diye bir söz vardır, bir çoğunuz duymuştur. Bu sözden nefret ediyorum. iki kız kardeş neden öldü veya öldürüldü? Bir çok kişi reddetse de maalesef aile içi ensest ilişkiler, kan davası, aileler arasındaki husumet neticesinde ya çocuklar öldürülüyor ya da cinsel saldırılara maruz kalıp seslerini çıkartamıyorlar. Otuz yıllık meslek hayatımda üzülerek ifade ediyorum, aile içi şiddete ve baba ya da başka bir yakını tarafından cinsel istismara maruz kalan gençlerin hikayelerini bizzat kendilerinden dinledim. Bu tür kötülükler zaten çok uzaktan gelmez. O nedenle "Ne amca baba yarısıdır, ne de teyze anne yarısı. Hatta bazen ne baba babadır, ne de anne annedir. Ancak çocuk hep çocuktur." sözü bu olayı en iyi şekilde açıklıyor. Yazık ki kapalı, yani içe dönük toplumlarda ensest ilişkiler sadece kız ya da kadın için "namussuzluk" olarak kabul ediliyor ve aile meclisi de katline karar verdiği için öldürülüyor. Genel olarak ya da bir çoğumuz toplumsal bakış açımızda namusu sadece "iki bacak arası ve kadın" olarak düşününce tecavüzcü her zamanki gibi paçayı kurtarıyor ve ihale kadına kaldığı için kadın "öldürülmeyi hak ediyor." Oysa sekiz yaşındaki Narin öldürülmeden hemen önce arkadaşlarıyla birlikte Kur'an Kursu'dan çıkmıştı. Yani ne yaşı ne de bulunduğu yer, herhangi bir erkeği tahrik edecek duruma uygun değildi. Çok üzgünüm, fakat gerçek böylesi iğrenç ve utanmazca. Narin'le birlikte vicdanı ve ahlakı en yakınları bir kez daha katlettiler. Unutmayalım, çocuklar uyurken sessiz olunur, ölünce değil! Tagor'un dediği gibi: "Her yeni doğan çocuk, Tanrı'nın hala insanlardan ümidini kesmediğini gösterir." Bundan sonra bu ümidi boşa çıkarmamak dileğiyle!... Sevgiyle kalın...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YÜKSEL HANIM

NİYE?

ÖZLEDİM