GÜN GÜN İLE BARIŞMALI

"Gün gün ile barışmalı Kardeş kardeş duruşmalı Koklaşmalı söyleşmeli Korka korka yaşamak ne" Sene 1993, bir kaç yıllık öğretmenim. İkinci dönemin sonlarına doğru yavaş yavaş geliyoruz. Türk edebiyatının büyük ustalarından, Hababam Sınıfı'nın yazarı Rıfat Ilgaz'ın doğum gününe özel imza günü ve sonrasında da yemekli kutlama yapılacak; başka yazarların da geleceği söyleniyor. İşte bu etkinlikte benim sunuculuk yapmamı rica ettiler. Ben de bu teklifi biraz heyecan, biraz da tedirginlikle, ama büyük bir sevinçle kabul ettim. Günlerce sunuş metnini hazırlayıp o metni tekrar tekrar okudum. Rıfat Ilgaz'ın doğum günü olan 8 Mayıs geldi, ben o gün yaşadığım heyecanı ve mutluluğu kelimelerle ifade edemiyorum. Gün boyu yazarlar ekibinin yanından ayrılmadım desem yanlış olmaz. Çünkü rahmetli Rıfat Ilgaz 82 yaşında ve bazı şeyleri net duyamadığı için ben yanından hiç ayrılamıyorum. Dedim ya, çok büyük bir gurur. Öyle büyük bir yazarın yanında olmak onun fikirlerini dinleyip, sohbetlerine tanıklık etmek müthiş bir şey benim için. O arada yanında bulunan ve kendisinden yaşça daha genç bir yazarla tanışıp, adını da o gün öğrendiğim Asım Bezirci bana dönüp: "Gün boyu kitap satışı da dahil her şeye yardımcı oldun ama kendine kitap alıp imzalatmadın edebiyatçı kız!" dedi. Bir anda ne cevap vereceğim diye düşünürken, en iyisi doğruyu söylemek dedim kendi kendime. "Hocam, biliyorsunuz ay başına bir hafta kaldı ve benim de param çok az şu anda. Ama maaşı alınca sizin kitabınızdan da alacağım." dedim. Tabii öğretmen maaşıyla ay sonunu getirmenin kolay olmadığını bildiği için: "Sen bana adresini yazıp ver." dedi ve ardından hemen ekledi: "Bak şimdi, yurt dışına gideceğim, o nedenle dönünce gönderirim." Ben bütün içtenliğimle teşekkür edip "Zahmet olacak." dediysem de, kendi kendime de "Koskoca yazar. Yurt dışına gidecek, dönecek ve bana kitap gönderecek. Büyük ihtimalle unutur." diye düşündüm ve bir beklenti içine girmedim. Aradan tam bir ay geçmişti ki, bir baktım, bana bir paket gelmiş. Bir de ne göreyim, büyük usta bana verdiği sözü umutmamış, gönderdiği kitaplarını tek tek adıma imzalamış. Kitapların sayfalarını bir bir çevirirken bana kitap hediye ettiğine hala inanamıyordum. O zaman cep telefonu yok, eğer varsa da benim yok. Adres olarak bir posta kutusu yazmıştı. Bir mektup yazdım ve teşekkür ettim ama eline ulaştı mı, okuma fırsatı buldu mu meçhul... Bir ay bile geçmemişti ki; "Dolanı dolanı mı gelmişti ölüm yavaşça yavaşça, ya da kalem alıp o anda yaşadıklarını yazabildiler mi?" bilinmez ama, 2 Temmuzda televizyonlarda Sivas'ta Madımak Oteli'nin ateşe verildiğini ve bu ülkenin otuzüç aydın, yazar, genç, çoluk çocuk ve gazetecisinin cayır cayır yandığını ağlayarak izlerken, bir de ne göreyim? Bana kitaplarını tek tek imzalayıp gönderen ve 8 Mayısta benimle sohbet edip çok değerli tesbitlerde bulunan Sevgili Asım Bezirci'nin de yakılan aydınlar arasında olduğunu öğrendiğimde üzüntüm daha da artmış, kahrolmuştum. Böyle olmamalıydı. Nereden bilebilirdim ki o güzel insanlar bir daha hiç gelmeyecekler ve bu ülkenin aydınlarına gün yüzü görmek yasaklanmış. Oysa ne diyordu Mevlana: "Yaradılanı severim Yaradandan ötürü." Biz hiç sevmedik mi yaradılanı Yaradandan ötürü diye düşünmeden edemiyorum...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YÜKSEL HANIM

NİYE?

ÖZLEDİM