GÜLÜMSEMEYİ UNUTMAYIN

Ben birkaç günden beri sosyal medyayı takip etmiyorum, kullanmıyorum. Beni bazı şeylerin çok yorduğunu anladım. Hepinizin bildiği gibi, bir seçim süreci yaşadık ve sonuçları da yine hepimiz biliyoruz. Farklı siyasi görüşten olan bazı kişiler çoğunlukla üstü kapalı ya da açık olarak birbirlerine eleştiri, inceden dalga geçme, kızgınlık gibi şeyler yazıp çiziyorlar. Buraya kadar eh neyse olabilir diyorum. Bazen de bu kızgınlık ya da kırgınlığın dozu fazlasıyla kaçıyor. Ben de bir çoğumuzun eleştiri kültürünü bilmediğimizi hatırlıyorum. Kızgın olduğumuzda, birisine bağırıp çağırırken 43 kasımız çalışıyor, oysa birisine gülümsediğimizde sevgiyle yaklaştığımızda 17 kasımız çalışıyor. Yani sevmek, tebessüm etmek sizi her zaman daha iyi hissettirir ve yormaz! Ancak bu gündem içerisinde beni fazlasıyla üzen şey ise depremzedeler için yazılıp çizilenler. Depremzedelere bu noktada hakaret, incitici ifadeler kullanmak kadar kendimizi küçülten başka tavır var mıdır? Bizim inancımızda ne diyor; "bir elin verdiğini diğer el görmeyecek". Bir kere, kimin kimi eleştireceği beni ilgilendirmesede; eleştiri nefret ve kızgınlık söylemleri ile birleştirilip, ötekileştirme yapılmaya başlayınca kabul edemiyorum. Öncelikle birbirimizi aşağılamaktan vazgeçmek zorundayız. Bizim dilimiz bu değil ve olmamalı da. Biz Mevlana'nın, Hacı Bektaşi Veli'nin, Yunus Emre'nin ve daha da önemlisi Mustafa Kemal Atatürk gibi barışı canı gönülden savunan, insan olmanın erdemlerini bize farklı şekillerde de olsa çok samimi bir şekilde anlatan güzide insanların kültüründen geliyoruz. Geldiğimiz kültürü unutmayacağız ve bu kültüre nankörlük etmeyeceğiz. Eleştirilerimizde insaflı olmak zorundayız. En ufak onaylamadığımız davranış veya ifade olduğunda, hemen sert bir şekilde eleştirmeyi seçiyoruz. Kimse kimsenin şartlarını tam olarak bilmediği için acımasızca eleştirmeye hakkı yok. Eleştirirken de ayrıca saldırganlaşıyoruz. Karşımızdaki kişiye bu kadar öfke ve nefret kusmaya hakkımız var mı, ya da biz kusursuz kişiler miyiz? Kendi noksanlarımızı göremeyecek kadar öfke nöbetine giriyoruz bazen. Çok düşünüp, dinleyip, az konuşmayı öğrenmek zorundayız. İki kişi konuşurken bile çoğunlukla birbirimizi dinlemiyoruz, dinlemeyi bilmiyoruz. En iyi yaptığımız şey,kendi fikirlerimizi karşı tarafa kabul ettirmeye çalışmak, sürekli kendi yaşanmışlıklarımızı anlatmak ve eleştirmek. Kişi en iyi kendi koşullarını bilir. Dışarıdan fikir beyan etmek kolay, hele bir de nefret söylemi kullanmak daha da kolay ve basit. Biz, koşullarımız zor olsa da 6 Şubat'tan beri yaptığımız gibi özellikle bu süreçte birbirimizi kucaklayıcı, sarıp sarmalayıcı söylemlerle kendimizi ifade etmek zorundayız. Sevginin gücünü hiç kimse yenemez. Sevgi en büyük ve en belirleyici diyalog gücüdür. Kimseyi ötekileştirmeden, ayırmadan, küçümsemeden bu süreci yaşamak zorundayız. İnsanları gördüğümüz kadarıyla eleştirmek çok kolay. Ancak eleştirdiğimiz insanın koşullarında biz olsaydık nasıl davranırdık, onu düşünürsek, acımasız eleştirilerden kurtulmuş oluruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YÜKSEL HANIM

NİYE?

ÖZLEDİM