TESADÜF

Çocukken günlük tutardım, ancak çok ayrıntılı şeyler yazmazdım. Belki bizim jenerasyonun bir çoğu günlük tutma işini yapmıştır. Bir de bizim çocukluğumuzda arkadaşlarımıza yazdırmak için hatıra defteri edinmek gibi bir geleneğimiz veya alışkanlığımız vardı. Binbir zorlukla sevdiğim arkadaşlarımın yazması için dışı pembe minik çiçeklerle bezeli suni deri gibi, kilitli bir hatıra defteri alabilmiştim. Çok mutlu olmuştum defteri aldığımda. O defteri kıt kanaat verilen harçlıklarımı kuruş kuruş biriktirip öyle alabilmiştim. Okulla evimizin arası yürüyerek en az kırk beş (45) dakika sürüyordu. Fakat para biriktirebilmek için dolmuşa binmekten vaz geçtim. Gerçi okumak için aldığım kitaplarımı da aynı fedakarlıklarla biriktirdiğim üç beş kuruş harçlıklarımla zar zor alırdım. Belki okul kantininden haftada bir defa alabileceğim bir simit ve gazoz hakkımı da pek kullandığım söylenemez. Çocukluk işte, Allahım! O defterle sanki dünyanın en havalı ve zengin insanı olmuştum. Tabii, bu pembe defterime ben de bir şeyler yazabileceğim için mutluydum. Yazı yazdığımda kendimi daha iyi ifade ettiğimin farkındaydım. Sonra, lisedeyken ulusal bazda yapılan bir hikaye yarışmasına katıldım ve mansiyon ödülüne layık görüldüm. Bu ödülden sonra yıllarca bir şeyler yazma fırsatım olmadı. Hatta zorlu hayat koşullarından dolayı sanırım yazmayı sevdiğimi de unuttum. Üniversiteyi bitirip mesleğe başlayınca, idareciler bu yönümü farketmiş olmalılar ki, belirli gün ve haftalarda okunacak yazıları hazırlamak işi, hatta sunum görevi de bana yüklenmişti. İşte, üzerime yüklenen işler de sanırım yazılarımı engelledi. Hepimizin bildiği gibi, çalışma hayatında bir işi iyi yapınca bu durum size sürekli görev olarak yapışıp kalır. Maalesef bende de böyle oldu. Sonra, 2018 yılının Haziran ayından itibaren oğlumla hastaneleri mesken tutunca ve özellikle bu sürecin ilk beş ayında çok umutlu olduğum için, oğlum sağlığına kavuşunca birlikte okuruz diye yeniden günlük tutmaya başladım. Sanırım yedi(7) yıl önceydi. Sosyal medyada bir paylaşımda bulunmuştum "Kul plan yaparken kader gülermiş." diye. Hayat, bazen çok çabalasak ta her istediğimizi maalesef bize vermiyor. Mücadale edip de verdiğimiz emeğimizin karşılığını alamadığımızda kızıyoruz, üzülüyoruz, belki kendimizce birilerinin engel olduğunu da düşünebiliyoruz. Ya da "Emek verdim, ancak olmadı." deyip kendi kendimizi teselli etmeye çalışıyoruz. Bu son ifadeyi kullanabilmek için, sanırım belli bir deneyimden geçmiş olmamız gerekiyor. İşte, hayat yolculuğumda hiç beklemediğim ve asla hayalini dahi kurammayacağım acıları yaşarken, bütün tesadüfler birbirini takip etti. Oğlum ışık olup O'nu sonsuzluğa uğurladığımızda öyle çaresiz, perişan ve kimsesiz kalmıştık ki. Oğlumun bizi enerjisiyle ve o güzel ruhuyla hep iyi insanlara yönlendirdiğine inanıyorum. Çünkü sağlığında da çevresinde insanlara müthiş güven veren, yaşının çok üzerinde bir olgunluğa sahipti. Hatta benim hayat ışığım olmuştu. Yazdığım günlükleri bastırmayı aklımın ucundan dahi geçiremezken, Edirne kitap fuarında tanıştığım çok babacan bir yayıncı olan Şeref abi günlüklerimi kitaplaştırmayı önerdi. Ben de büyük bir sevinçle kabul ettim. İmza gününe gittiğim Edirneli yazarımız Sayın Sabriye Cemboluk ve Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan da kitabımın arka kapağında oğluma dair kıymetli yorumlarını paylaştı. Kitabın basımı ve Edirne'ye ulaşması 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na yetişti. Bu tarih, aynı zamanda oğlumun doğum günüydü. Edirne Belediyesi 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda, yapmış olduğu gençlik parkına törenle oğlumun adını verdi ve "Cumhur Deniz Uysal Parkı" nın açılış töreninde, basılmış olan günlüklerimin yer aldığı kitabımı da ücretsiz dağıttık. Daha sonra satılan kitaplarımın gelirini de kanser hastası çocuk ve gençler ile ailelerine bağışladık. Bu süreçte adını sayamayacağım kadar bir çok insan, kitabımın yardım amaçlı satıldığını duyurmaya destek oldu, satın aldı. Kitabımın tanıtımını yapan dergilerden biri de prensip olarak böyle tanıtımları kesinlikle yapmayan bir yayın kuruluşuymuş. Oğlumun arkadaşlarından Çağatay, bu dergiyle iletişim kurmuş ve derginin sahibi de bu öneriyi kabul etmiş. Böylece bir başka güzel insanla daha tanışma şansım oldu. Ancak beş yıldan beri henüz yüzyüze görüşme fırsatımız olmadı, bir türlü denk gelmedi. Ancak iletişimimiz artarak devam etti. Beni doğum günümde, oğlumun yıl dönümünde asla yalnız bırakmayan, kalemi çok kuvvetli olan bu özel insan, bir yerel gazetede yazdığım köşe yazılarını da takip edenlerden güzel insanlardan. İki hafta önce gazetede yazdığım yazımı kendisiyle paylaşınca, bana o güzel kalbiyle "İstediğin zaman bizim dergi için de yazabilirsin, köşen hazır." dedi. Çok değerli bu yayıncının, hiç düşünmediğim ya da düşünemediğim bir öneriyi sunmasının asla tesadüf olmadığına inanıyorum. Tıpkı kişisel bloğumun ilk yazısının başlığı gibi: "Hiçbir şey tesadüf değildir." Bu güzel insanla tanışmamız gibi, evrende olup biten, yaşadığımız her şeyin bir nedeni olmalı. Ayrıca bu dünya, güzel yürekli insanların yüzü suyu hürmetine hala varlığını devam ettiriyor diye düşünüyorum sevgili Güler Pınarbaşı gibi. Önerisini dikkate alarak "Üçüncü Göz" dergisinde yazmış olduğum bu ilk yazı ile umarım sizi sıkmamışımdır. Bundan sonraki yazılarımla sizlerle buluşmayı heyecanla bekliyorum. Üçüncü gözünüz hiç kapanmasın ve daima açık olsun. Sevgiyle kalın...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YÜKSEL HANIM

NİYE?

ÖZLEDİM